(Paranoya:Bireyin herhangi bir olay karşısında olayın oluşumundan farklı olarak gelişebileceğini kendi içerisinde canlandırma yolu ile öne sürdüğü ve sınırsız sayıda çeşitlendirebileceği hayal ürünlerinin tümüdür.)
" Ben Türk Bilge Kağan; doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına kadar, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar hep milletler bana bağlıdır. Bunca milleti hep düzene soktum, ilerlettim. Doğuya ordu sevk ettim. Bunca yerlere gittim.Tanrı (Tengri) yardım ettiği için milletime; gözle görülmeyen, kulakla işitilmeyen yerler kazandırdım. Tanrı buyruğu olduğu için, Devletli olduğum için size Kağan oldum. Tanrı yardım ettiği için dört yöndeki milleti derleyip topladım.
Ey Türk Milleti; Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ilini, töreni kim bozabilir? Ey Türk Milleti, titre ve kendine dön!"
Bilge Kağan meâlen ve orijinaldeki aslında şunları da anlatmaktadır:
" Gittiğim yerlerde güneşin kavurduğu, güneşin battığı son millete gittim. Onların arasında hüküm verdim. Sonra dünyanın öbür ucuna, güneşin doğduğu yere vardım. Orada bulduğum milleti boyunduruğum altına aldım. Birbirileriyle olan çekişmelerine son verdim. Ordumla Tengri buyruğu olarak adalet getirdim. Tengri buyruğu olarak bunları yaptım…."
Buraya kadar anlattıklarım, asıl anlatacağım konuya hazırlık için ön bilgilerdi
"Nihayet güneşin doğduğu yere varınca, orada güneşin, güneşe karşı hiç bir siperleri olmayan bir kavmin üzerine doğduğunu gördü, işte Zülkarneyn´in kudret ve saltanatı böyleydi. Ve biz onun yanında bulunan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık.. Sonra yine bir yol tuttu. Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu". Dediler ki, "Ey Zülkarneyn, Ye´cüc ve Me´cüc bu yerde fesat çıkarıyorlar. Sana bir "harc" verirsek, bizimle onlar arasında bir sed yapar mısın?" Dedi ki, "Rabbimin bana verdiği şey sizin bana vereceğinizden daha hayırlıdır. Siz bana güç verin, ben de sizinle onlar arasında bir sed yapayım. Bana demir kütleleri getirin" Nihayet, dağın iki ucunu denkleştirdiği vakit, "Ateş yakıp körükleyin" dedi. Demiri bir ateş koru haline getirince "Bana erimiş bakır getirin dökeyim" dedi.. (Ve ekledi): "Artık, Ye´cüc ve Me´cüc, bunu asla aşamazlar. Bu rabbimin bir lütfudur, Ne zaman Rabbimin emri (kıyamet çağı) gelir, o sed yıkılır ve onları salıverir. Rabbimin vaadi de haktır ve bu olacaktır "(Kehf Suresi, 83-96) *" O da bir yol tutup gitti." Kehf Suresi 85.
*“Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. O nun yanında (orada) Bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz: Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik”. Kehf Suresi 86.
*“ Sonra yine bir yol tuttu.” Kehf Suresi 89.
*“Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar bulduk ki, Onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık”. Kehf Suresi 90.
(Tefsirlerde Zülkarneyn ile ilgili çok rivayetler var. Onun Büyük İskender olduğunu söyleyenler çoğunluktadır. Ancak çok kuvvetli bazı kaynaklarda Zülkarneyn´in "müslüman" yani Tek Tanrı´ya inanan bir insan olduğu belirtilir.Büyük İskender´in Zülkarneyn diye bilinmesinin tek sebebi, onun iki boynuzlu miğfer giymesidir. Çünkü Zulkarneyn iki boynuzlu demektir.Yecüc,mecüc olayının Türklerin Ergenekon destanına benzerliğinden yola çıkarak ortaya farklı bir bakış koyabilirmiyiz?)
Kehf Suresi incelendiğinde Bilge Kağan'ın anlattıkları ile benzerlikler olduğu görülür.
Bilge Kağan Kitâbelerinde şöyle devam etmektedir:
"Rahat hayata, zenginliğe, Çin'in ipeğine kanma! Milletime, altını, beyaz gümüşü kazandırdım. Hükmettiğim milletlere hakem olup, madenler erittim."
Kur'an-ı Kerim'de Zülkarneyn 'den bahsedilirken; Zülkarneyn'ın Allah'ın emri ile (buyruğu ile) bir ordu kurduğu, güneşin doğduğu yere bir yol tuttuğu, yine güneşin battığı yere, dünyanın öbür ucuna bir yol tutup gittiği, Allah'ın, O'na bu kavimler üzerinde; ister adalet ile hükmet, ister azap et yetkisi verdiği açık açık belirtilmektedir.Yine Zülkarneyn kıssasında; Yecüc ve Mecüc isminde bozgunculuk yapan kavimden bahsedilmekte, bu bozguncuları Zülkarneyn madenleri eriterek, set çekerek, engellediği anlatılmaktadır.
Zülkarneyn'ın özelliklerine baktığımızda; büyük bir orduya sahip olması, kendisinin büyük bir komutan olması, ordusuyla tüm dünyayı gezmesi ve Allah'ın emri ile gittiği her yere(sözde)iyilik, adalet ayrıca Allah bilgisi ve töre götürmesidir...
İmdi lütfen dikkat edelim:
Kudretli bir komutan, büyük bir ordu ve tüm dünyayı gezmesi…Özelliklere devam edecek olursak; Güneşin en doğduğu ve en battığı yere ve kuzey ve güneyin uçlarına kadar gitmesi. Ve aynı zamanda Allah'ın buyruğu ile gittiği yerlerdeki kavimlere adalet ve iyilik götürmesi…
Bir de Bilge Kağan'ın yazıtlarda anlattıklarına bakalım:
Aynı şekilde Bilge Kağan'ın (Bilge denmesi; bilgili, alim, erdemli bir insan olmasındandır.) Bilge Kağan da, tıpkı Zülkarneyn gibi bir komutan olup, büyük bir orduya sahiptir. Ordusunun tıpkı Kehf Suresi'ndeki gibi (O da bir yol tutup gitti ordusuyla) ayeti gibi güneşin en doğduğu ve en battığı yere, kavimlerin üzerine gittiği (bu bir Tanrı buyruğudur demesi) yine adaletle hükmetmesi ve gittiği yerleri milletine kazandırması, buralarla beraber buraların değerli madenlerini ve zenginliklerini yine milletine kazandırması ve "Ey Türk Milleti, Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ( ki burada da Kıyamete atıf yapılmaktadır.) ilin tören bozulmayacaktır," diyerek, Türklerin Allah buyruğu ile hareket ettiklerini ifade etmesi Kehf Suresi ile neredeyse birebir örtüşmektedir...
Türkler, aynı zamanda genel millet olarak; Hz.Ali'nin (Kerremallahu veche- Hiç puta tapmamış) sırrında bir kavimdir.
Atilla yazıtları’nda Romalıları tarif ederken; "Puta tapan kavimdir" der ve şöyle devam eder; " Irkımdan olan puta tapmaz!"
Acaba Türkler hiç “Şaman” olmamışlarmıdır? “Put”ada tapmamışlarmıdır? Varolduklarından beri tek “Tengri”,tek Tanrı inancınamı sahip olmuşlardır?...
Yine yazıtlardan öğrendiğimize göre Türkler; Allah'ın(Tengri) en büyük Kudret olduğuna, yeri göğü yarattığına, yeri yeşerttiğine, öldüren ve dirilten O olduğuna inanmışlardır.Bu konuyu kısaca(benim kısa dememe aldanmayın)ele alalım…
Vardığım sonuç: Zülkarneyn= Bilge Kağan'dır...
Peki tarih veya bize öğretilen tarih bunu gizlemektemidir?Bilge Kağan gerçekte kimdir? “ Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe”…Sözlerinin anlamlarına bir göz atalım:
Bu sözü söyleyen Bilge Kağan'dır. Şimdi Kehf Suresi'nde geçen Zülkarneyn 'ın özelliğinden bahsedelim. Zülkarneyn Yecüc ve Mecüc isimli kavimin arasına set çeker. Yecüc ve Mecüc kıyamete yakın en büyük alamet olarak, yine Kur'an'nın ifadesine göre, seddi delecek ve bu kıyametin büyük alameti olacaktır. (Seddi delmek ve yerin delinmesi.) Bu ifadeler, daha öncede söylediğimiz gibi Kur'an-ı Kerim'in bir çok ayetinde kıyamet tarifi ile neredeyse birebir aynıdır. (Gök çökerse, yer delinirse kıyamet olmaz mı? Kur'an ifadesiyle yer beşik gibi sallanmaz mı? Güneş dürülmez mi?)
Bilge Kağan'da aynı ifadeyi o günkü anlayışa, o günden bugüne adeta kelimelere bir zaman yolculuğu yaptırarak anlatmıştır.
Zülkarneyn'da, kendi yaşadığı dönemde, çağına hükmetmiş, kendi döneminde yapmış olduğu sed, kıyamete yakın delinmesi sebebiyle, bu çağa da hitap etmektedir. Konu çok daha detaylandırılabilir. Ben mümkün olduğu kadar kısaca anlatmaya gayret edeyim.
(Bu anlattıklarımdan sakın bir ırkın öne çıkarılması yapılıyor sanılmasın."Yahudilerin üstün ırk kavramına karşı geliştirilen bir teori zannedilmesin.:)" Önemli bir not düşecek olursak: Zülkarneyn; ordusuyla dünyanın her yanına gittiğinde, oradaki kavimlerden de ordusuna asker ve komutanlar katmıştır. Tıpkı Bilge Kağan'ın yaptığı gibi.”Türk milleti de içinde barındırdığı tüm unsurlarla bir millettir.”...
*Oğuz, Öğüz, Öküz: Güçlü, dev boynuzlu manasına gelmektedir.
*Zülkarneyn ise Arapça'da; çift boynuzlu manasına gelmektedir.
Oğuz Kağan; Kendi döneminde, başına giydiği, boynuzları olan başlıkları ile ünlüdür.Oğuz denmesinin bir sebebi de, çok güçlü olmasındandır.
BİLGE KAĞAN (OĞUZ KAĞAN) = ZÜLKARNEYN
Bilge Kağan acaba Oğuz Kağan mıdır?
"Unutulmamalıdır ki, medeniyetler yıkıldı sanılsa da, yerlerine başkaları gelir ve yıkıldı sandığımız medeniyetler gerçekte tam kaybolmazlar, birbirlerinin sırlarını, izlerini taşırlar. Onun içindir ki ön uygarlıklar ve şimdiki uygarlıklar arasında benzerlikler vardır. Bu kültürlere, törelere yazılara vs. yansır ve devam ederek gelir..."
Şimdi burada kitâbelerle ilgili bilgilere bir göz atalım:
Orhun yazıtları
Orhun Kitâbeleri'nin üzerindeki bilgilerin benzerlerine M.Ö 4000'li yıllara ait taşlarda silinmiş bir şeklide rastlandı.
Bu bilgiler, taşların üzerinde eskidikçe, asırlar boyunca başka taşlara aktarılarak günümüze kadar "bir kısmı" gelmiştir. Buradaki bilgiler binlerce yıllık bilgilerdir. Aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Yani sanıldığı gibi, buradaki bilgiler, yazıtların dikildiği tarihe ait değildir. Örnek verecek olursak; Kur'an-ı Kerim 1400 yıl önce kağıda yazıldı diyelim.2000'li yıllarda da dijital bilgisayara aktarıldı.Yani buradaki bilgiler, 1400 yıl öncesine aittir, günümüze değil.
*M.Ö 2000'li yıllara ait, Çinli arkeologlar tarafından bulunan; yarı Çince yarı Türkçe ve bir kısmı silinmiş olan yazıtlarda da, tıpkı Orhun Kitabeleri'ndeki bilgilere rastlanmıştır.
Moğolistan'ın güneyinde bulunan; taş ve seramik parçalarının incelenmesi neticesinde, buradaki bilgilerin, Orhun Kitabeleri'ndeki bilgilere benzediği anlaşılmıştır. Bulunan bu parçaların tarihi M.Ö 2000'li yıllara uzanmaktadır.
Orhun harfleriyle yazılan yazıtlardan 13.yüzyıl Moğol tarihçisi Alaaddin Ata Melik Cüveynî , Tarih-i Cihan Güşa adlı yapıtında söz eder. Çin kaynakları da kitabelerin dikilişini bildirmektedir.
*Rus çarı I. Petro'nun emriyle Sibirya bitki örtüsünü incelemek için görevlendirilen bitki bilimci Messerschmidt ve kendisine rehber olarak verilen İsveçli tutsak subay Strahlenberg, 1721 yılında Yenisey vadisinde bu yazı ile yazılmış Kırgızlara ait mezar taşlarını içeren Yenisey Yazıtları'ndan bir tanesini keşfetti. Bir yıl sonra tutsaklığı son bulan Strahlenberg İsveç'e dönüşünde bu inceleme ile ilgili izlenimlerini kitap haline getirip Stockholm'de yayınladı. Böylece Orhun yazısı bilim dünyasının dikkatini çekmiş oldu. Orhun yazıtlarından iki yüzyıl öncesine ait Yenisey Yazıtları'nın tamamına yakını bu süreçte ortaya çıkarıldı.
Rus bilim adamları,1943 yılında Sibirya'da taş mezarlar bulmuşlar ve ABD'li bilim adamları ile ortak yaptıkları inceleme neticesinde, bu taşların üzerindekilerin, 'Türklere ait fatih bir komutanın' sözleri olduklarını tespit etmişlerdir…..
Şimdi gelelim olayın başka bir boyutuna; “İslâm Dinini, İslâm Dünyası'nı Araplar ideolojik olarak sahiplenme gibi bir misyon benimsemişlerdir. Peki bunun alt yapısını hazırlayanlar kimlerdir?”
11 Ocak 630 (Mekke’nin Fethi) ve Yeni Paranoya’m:)
Muhammed Mekke'yi feth etmiş, o gün Kâbe'deki putları kırmış ve Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini istemiştir.
Kâbe'nin anahtarları, o an içim müşrik olan, Osman Bin Talhâ'dadır. Mekke'nin fethî 11 Ocak 630 tarihidir(Bu tarihle ilgilide bir teorim var.Belki ilerde inşallah:)
Muhammed Mekke'yi feth ettiğinde;” uyuyanı uyandırmamış, ağaç kestirmemiş, kapıları zorlatmamış, çoluk çocuğa dokundurtmamış kısacası zorbalık yaptırmamıştır. Zorla kimseyi Müslüman yapmamıştır." Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle "Sen tebliğ et" emrini uygulamıştır. Allah'ın emri dışında hareket etmemiştir(Güya).
İslâm dini : "Ey insanlar!" hitabıyla tüm insanlığa davet dinidir.
Peygamber Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini ister. Bu görevi bilindiği gibi Ali'ye verir.
Dikkat lütfen: Peygamber Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini emrediyor! Anahtarların Hz. Ali tarafından getirilmesini emrediyor!"Bunda şaşılacak bir yön yok ancak önemli olduğu için vurgu yaptım"
Ali emir üzerine gider, Osman Bin Talhâ'yı bulur. Anahtarları ister. Osman Bin Talhâ anahtarları vermeyi kabul etmez. "Kâbe'nin anahtarlarının yıllardır kendi soylarında olduğunu ve Muhammed'in peygamberliğine inanmadığını" söyler. Ali ısrar eder. Çünkü 'emri' Peygamber'den almıştır. Ne pahasına olursa olsun 'emri' yerine getirmek istemektedir. Ali, Osman Bin Talhâ'nın elini sıkar, canını yakarak anahtarları zorla elinden alır. (Elini sıkarak, canını yakarak, zorla!)
Ali, anahtarları alarak, Peygamber'in yanına gelir.Peygamber'e anahtarları uzatır. Peygamber anahtarları Ali'den teslim alır. Ve şaşılacak bir şeklide Ali'ye tekrar anahtarları uzatır. ve "Ali, bu anahtarları git Osman Bin Talhâ'ya teslim et" der. Ali şaşırır ve sorar:
" Ey Allah'ın Resulü az önce emrinizle gittim, anahtarları aldım, getirdim size teslim ettim. Şimdi de emrinizle aynı şahsa anahtarları teslim etmemi emir buyurdunuz. Bunun hikmeti nedir ki?".
Muhammet bir çok sahabenin yanında şu sözleri söyler:
"Ya Ali, sen anahtarları yolda bana getirirken, Yüce Allah, dostum Cibril ile bana vahiy gönderdi: " EMANETİ EHLİNE VERİNİZ! "…
Kâbe'nin anahtarları uzun yıllardır Osman Bin Talhâ ve soyundadır. Onlar Kâbe'nin nasıl temizleneceğini, nasıl sahip çıkılacağını çok iyi bilirler. Emanetin ehilleri onlardır. Bu Allah buyruğudur: "Git ve teslim et!".Ali bu emir üzerine hemen geri döner ve Osman Bin Talhâ'yı bulur ve anahtarları eliyle Osman Bin Talhâ'nın eline uzatır.
Bu sefer şaşırma sırası Osman Bin Talhâ'dadır. Anahtarları alır ve sorar:
" Ya Ali, az önce anahtarları elimden zorla alan sen değil miydin? Niye geri getirdin?" der.
Ali olanları anlatır: "Bu konuyla ilgili Peygamber'e Ayet geldiğini,Muhammed’in de anahtarları geri yolladığını" söyler.(Ve tabiki Osman Bin Talhâ, müşrik iken bu hadise üzerine koşa koşa Peygamber'in yanına varır ve onun şahitliğinde Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olur:)
"Şimdi gelelim bu konuyu neden anlattığıma":
Hz. Osman Bin Talhâ Kimdir?
Bütün Arap kaynaklarında Süreyc kabilesinden bahsedilir. Süreyclilerin Orta Asya'dan gelen Türkler olduğu, Arap tarihçilerinin eserlerinde de geçmektedir. "Ubeydullah Türk'tü" derler. Ubeydullah Süreyc kabilesindendir. Bu sülâlenin mesleği kılıç ustalığıdır. Bu aile Orta Asya'dan Anadolu'ya, oradan da Mekke'ye kervanlarla gitmişler ve Mekke'ye yerleşmişlerdir. Tıpkı Selman Farisi örneğinde olduğu gibi. Selman Farisi, İran'dan kalkıp Anadolu'ya gelmiş, burada birkaç yıl kaldıktan sonra Mekke'ye gitmiştir.
(Bu konuda kaynak isteyecek olanlara: 897-960 yıllarında yaşamış olan tabakât bilginlerinden Ebü'l-Ferec el-Isfahânî’nin yazmış olduğu Ağani isimli kitapta Sureyclilerden bahseder ve ; " Ubeydullah'ın babası Türk idi." Demektedir. (El Ağani 1.B.245)
* Yine pek çok Arap tarihçisi; Türk kılıçlarını uzun uzun anlatmışlar ve övmüşlerdir. Sureyc'de Mekke'de bir Türk demirci ustasıydı. Kılıç yapmasıyla meşhurdu. Osman Bin Talhâ Sureyc'in torunlarından olup, bu aileye mensuptur. Sureyc kelimesi Arapça'da Esserc kelimesinden alınmıştır. Aslında biraz lakabî bir isimdir. Daha sonra es-sureyciyat diye anılmış,manası ise, Sureyc tarafından imal edilmiş kılıçlar demektir. Çarşı ve pazarda kılıçlar bu isimle satılmıştır. O dönemde, herkes bu kılıçlara sahip olmak istemektedir. ( Kaynaklar: Sıhhaül Arabia, Tali.a.attar.Mısır 1956 1.sh. 322; İbn-i Mansur Erbil Fazl Cemaleddin, Risatül Arap Bulak 1300.III. Sh. 122; El Yesui.l.M El Müncid. Sh. 339, Ayrıca bu konuda Prof.Dr.Zekeriya Kitapçı'nın, 'Saadet Asrında Türkler İlk Türk Sahabe Tabii ve Tebea Tabiileri' kitabına bakılabilir.)
Sonuç olarak”Osman Bin Talhâ Orta Asyalı bir Türk soyundandır. Ve kılıç ustasının torunudur. Peki burada anlatmak istediğim asıl konu nedir?”
Kâbe'nin anahtarları: Allah'ın 'emri', Peygamber’in tatbiki ve Ali’nin eliyle, Türk olan Osman Bin Talhâ'ya verilmiştir. Bunun anlamı: Kâbe'nin anahtarları”Kıyamete kadar Türk'lerdedir"
Mukaddes Emanetler ve Hz.Osman'ın Kılıcı...
Bilindiği üzere Mukaddes Emanetler, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sonucunda İstanbul'a getirilmiştir. Bu emanetler içersinde Hz. Osman'ın kılıcı da vardır. Şimdiye kadar bilinen budur.
Hz. Osman'ın, Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler bölümüne sergilenen bir kılıcı vardır ki, aslında bu kılıç, Yavuz Sultan Selim'in, Mısır Seferi sonucunda getirilen o emanetlerle birlikte İstanbul'a gelmemiştir.
Bu kılıç, daha Osmanlı İmparatorluğu kurulmadan önce, Hz. Osman döneminden, Ertuğrul Gazi'nin eline Şeyh Edebali kanalıyla "kutsal bir işaret" olarak teslim edilmiştir. Şeyh Edebali'nin eline geliş silsilesi ise: Sultan Seyyid Hoca Ahmed Yesevi tarafından onu takip eden halifeleri vasıtasıyla ulaşmıştır...
Konuyu biraz açalım: Ertuğrul Gazi, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu, Osman Bey'in babasıdır. Şeyh Edebali ise, Osman Bey'in kayınpederidir.
Osman Bey'in gerçek ismi”Osman mıdır?” Kayı Boyu'nun, o günkü tüm isimlerine baktığımızda, bir tane bile Arap kökenli isim göremezsiniz. Ertuğrul Gazi, Alp Arslan, Konuralp vs…
Osman beyin gerçek ismi Orhun olabilirmi? Şeyh Edebali " Bundan sonra senin ismin Osman olsun, soyun bu isimle anılsın" demiştir. O kılıcın "manevi değerini" Osman Bey'e söyleyerek teslim etmiştir. “Sanıldığı gibi bu kılıç, Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferinden dönüşte getirdiği kutsal emanetler içersinde gelmemiş olabilirmi?”…
Kılıç ustası Ubeydullah ve Sureyc kabilesinden bahsettik. Ubeydullah Arap ismi taşımasına rağmen Türk olabilirmi?
Bu kılıcı, bizzat kılıç ustası yapmış ve Osman'a hediye etmiştir.Devrin kılıç ustalarında eserlerine imza atmak gibi bir alışkanlık vardır.Bu kılıçtada bir imza vardır. Topkapı Müzesi'nde gidip gördüğünüzde kılıcın üzerindeki Kayı Boyu'nun işareti dikkatinizi çekecektir. Kayı Boyu'nun damgası kılıç üzerinde durmaktadır. Çıplak gözle net bir şekilde görülmektedir. Çünkü bu kılıcın ustası Kayı Boyun'dandır…
-Kayı Boyu'nu işareti-
(Türk damgalarının M.Ö. 5000'li yıllarda ortaya çıktığı delilleri ile beraber mevcuttur.Ve burada da Kayı Boyu'na ait damganın benzerine rastlanmaktadır.)
Hz.Osman'dan, Osman Bin Talhâ'ya geçip, oradan da Hoca Ahmed Yesevî'ye emanet edilmiştir.Daha sonra bu kılıç, Hoca Ahmed Yesevî silsilesi yoluyla Şeyh Edebali'ye gelmiş ve Osman Bey'e teslim edilmiştir(3 Osman oldu bile). Kayı Boyu damgalı bu kılıç; Mekke'de dövülmüş, Hz. Osman'a teslim edilmiş, Hz. Osman'dan Osman Bin Talhâ'ya geçmiş ve Osman Bey'e ulaşmıştır. Yani tekrar Kayı Boyu'na, ait olduğu yere dönmüştür.
Şimdiye kadar, iddia edildiği şekilde bu kılıç Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden dönüşte getirilen Mukaddes Emanetlerin içersinde gelmişse, bu kılıcın üzerinde Kayı Boyu'nun işareti ne aramaktadır?
"Osman isminden yola çıkarak yazdığım bu yazı genel olarak derlemedir.Ben yanlızca bazı eklemeler ve tespitler yaparak konuya farklı bir bakış getirmeye çalıştım.Affola"
NOT:Bu Zulkarneyn olayından çok güzel bir bilim kurgu öyküsü çıkar.Bir ara denemekte fayda var:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder